SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 8. - 05.03.2020

İDLİP’TE YAŞANAN SON OLAYLAR
 
27 Şubat 2020 tarihinde Suriye’de gerçekleşen menfur saldırıda şehit olan askerlerimize Cenab-ı
Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralı askerlerimize acil şifalar dileriz. Aziz Milletimizin başı
sağolsun. Acımız büyüktür, bu sebeple Cenab-ı Allah’tan tüm milletimize sabr-ı cemil niyaz ediyoruz.
Suriye’deki olayların bu noktaya gelmesinden büyük üzüntü duymaktayız. Halkları kardeş olan, ortak
inanç, kültür ve tarihe sahip olup, yüzlerce yıl aynı Devletin vatandaşı olarak yaşayan iki komşu ülkenin
Emperyalist güçlerin etkisiyle savaşın eşiğine gelmesi kabul edeceğimiz bir durum değildir. Böyle bir
savaş ne Türkiye’ye, ne Suriye’ye ne de bölgeye hiçbir fayda getirmez, sadece ‘Irkçı Emperyalist’ dış
güçlerin faydasına olur.
Bölgeyi emperyalist planları doğrultusunda bugünkü haline getiren, Suriye’deki terör unsurlarını eğiten,
donatan, ağır silahlarla teçhiz eden, bizi orada operasyon yapmak zorunda bırakan, perde arkasındaki
asıl düşmanlara odaklanmak ve bu mihrakların oyunlarını bozacak tedbirler almak mecburiyetindeyiz.
Söz konusu saldırıya gereken cevabın Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tarafından verildiği yetkililerce ifade
edilmiştir.
Gelinen noktada Emperyalist güçlerin, odakların amaçlarına hizmet edecek adımlar atmak yerine,
mutlaka aklı selim’le hareket edilmeli, Suriye ile meselelerimizi barışcıl yollarla çözebilmek için her türlü
adım atılmalıdır.
Konunun çözümünde, başta D-8 Teşkilatı olmak üzere ilgili bütün uluslararası kurum ve kuruluşların
harekete geçirilmesi gerekmektedir.
 
ŞEHİTLERİMİZ YAŞARKEN SAHİP ÇIKALIM
 
Bugüne kadar verdiğimiz şehitlerin neredeyse tamamı dar gelirli ailelerin evlatlarıdır. Bu kardeşlerimiz
bu işi aş için, ekmek için meslek olarak seçiyorlar. Çünkü maddi sıkıntılar ve geçim derdi altında ezilen
ailelerden geliyorlar. Pek çoğu boğazına kadar borç batağına saplanmış durumdalar. Bu ülkede işsizlik,
maddi imkansızlık milyonlarca dar gelirli ailenin iflahını kesmiş durumda.
Hangi şehit evine gittiysek evin üzerinde şanlı bayrağımız asılı, ancak evin görüntüsü garipliğin ve
yoksulluğun aynası durumunda adeta. Şehitlerimiz doğduklarında gariban doğdular, büyürken gariban
ve yoksul büyüdüler ve hayatları boyunca sıkıntı çektiler.
Ve maalesef ki bir uzman erbaşın maaşı; zerre kadar hayatı tehlikesi olmayan, çoğunlukla son derece
rahat bir hayat yaşayan ‘Milletvekillerinin aldığı maaşının neredeyse 4’te 1’i kadar ... 
Bu kardeslerimiz bu vatan uğruna canlarını vermeye hazır olduklarını beyan ederek bu mesleğe
giriyorlar... 
Devletimizin görevi, en azından bu fedakarlığı takdir etmek ve bunun karşılığında devlet olarak da
fedakarlık yapmaktır.
Uzman Erbaş askerlerimizin maaşları en azından, hiçbir etkisi ve yetkisi kalmamış, parmak kaldır parmak
indirin dışında tüm yetkileri tırpanlanmış Milletvekillerimizin aldığı maaşın yarısı kadar olmalıdır.
Evet, kardeşlerimiz Şehit olduktan sonra devletimiz sahip çıkıyor. Ana babasına, eşine kardeşine vs.
Ancak bu, gençliğinin baharında toprağa düşen gencimizin ne işine yarar ??
ÖLÜM DEĞİL, FEDAKARLIK ÖDÜLLENDİRİLMELİ ...
VATANI VE MİLLETİ İÇİN CANINI ORTAYA KOYAN EVLATLARIMIZIN SADECE ŞEHİT OLUNCA DEĞIL,
YAŞARKEN DE KIYMETİ BİLİNMELİ.
ADETA CANLI KALKANIMIZ OLAN BU KARDEŞLERİMİZİN MAAŞLARI EN AZINDAN MİLLETVEKİLİ MAAŞININ
YARISI KADAR OLMALI. 
İmkansızlıktan, geçim derdinden, yoksulluktan, çaresizlikten, işsizlikten bu mesleği seçen, vatan için
canlarını ortaya koyan bu vatan evlatlarımıza daha müreffeh bir hayat yaşatalım ...
Yaşarken de, hayattayken de bu fedakarlığın faydasını görsünler, hem kendilerinin hem ailelerinin yüzü
gülsün.
ÇOK İYİ BİLİYORUM Kİ, HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ YİNE “YETERLİ KAYNAK YOK, NASIL VERELİM”
DİYECEKLER ...
NE ZAMAN “BU MİLLETE BİR FAYDA SAĞLANSIN” DESEK KARŞIMIZA ÇIKARDIKLARI BU BAHANE
KARŞISINDA BİZ DE DİYORUZ Kİ;
Etki ve yetki alanları adeta yok edilmiş Milletvekillerimizin sayısını yarıya indirelim, milletvekili danışman
sayısını azaltalım, milletin parasıyla binilen “2 trilyonluk” makam araçlarının yerine “1
trilyonluk” araçlar alalım, devlet kurumlarının kurum içi eğitimlerini “beş yıldızlı” oteller yerine kurum
tesislerinde yapalım,
VEYA HÜKÜMETİN SADECE 2 HAFTALIK FAİZ ÖDEMESİ KADAR PARAYI KURTARIP BURAYA AKTARALIM VE
DERHAL BU KAYNAĞI BULALIM; YETER Kİ BU KARDEŞLERİMİZİN YAŞARKEN YÜZÜ GÜLSÜN. 
VATANI İÇİN CANINI ORTAYA KOYAN BU YİĞİT İNSANLARA HİÇ OLMAZSA BU KADAR BİR FAYDAMIZ
OLSUN.
EVLATLARIMIZA SADECE ŞEHİT DÜŞÜNCE DEĞİL, HAYATTAYKEN SAHİP ÇIKALIM ve onlara daha mutlu,
daha müreffeh bir hayat sunalım. ..
 
BÖLGEMİZDEKİ MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BİRLİĞİ TESİS EDİLMELİ
 
Genel Başkan Yardımcımız Doğan Bekin, “ABD ve Rusya başta olmak üzere Batı, Türkiye’yi
savaşa sürükleyip zayıflatma politikası uygulamaya çalışıyor. Bu oyunları bozabilecek kapasite
ve gücümüz var. Bunun için de İslam barışını yeniden ortaya koyarak küresel güçlerin
‘Büyük İsrail’ planını bertaraf etmeliyiz” dedi
Suriye’nin İdlib kentinde art arda yaşanan alçak saldırılardan sonra bölgedeki gelişmeleri Yeni
Akit’e değerlendiren merhum Necmettin Erbakan’ın dış ilişkiler çevirmeni ve Yeniden Refah
Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doğan Bekin, “Bize ne Amerika’dan ne de Rusya’dan bir fayda
gelmeyeceğini hepimiz iyi biliyoruz. Dolayısıyla rahmetli Erbakan hocamız döneminde
imzalanan D-8 Organizasyonu’nun bir an önce aktif bir hale getirilmesi gerekmektedir” dedi.
Montrö’ye de Aykırı
Türkiye’nin bölgede iki hakkının doğduğunu belirten Bekin, şunları dile getirdi: “Birincisi Türk
ordusu direkt hedef alındığından BM’nin bölgeye müdahale etmesi gerekir. İkincisi ise ortada
Montrö Antlaşması’na aykırı bir uygulama var. Silah taşıyan Rus gemileri İstanbul ve Çanakkale
boğazlarından geçiyor. Bu silahlar Türkiye’ye karşı kullanılıyor. Bizler işin barışçıl yollarla
çözülmesinden yanayız. Çünkü ortaya çıkacak savaş, bölge ülkeleri için de büyük bir yıkım
olacaktır.”
ABD’nin birdenbire Türkiye hamiliğine soyunduğuna dikkat çeken Bekin, şu uyarılarda bulundu:
“Türkiye’yi bölmeyi amaçlayarak Kuzey Suriye’de tırlarla silah taşıyan ve yeni küçük site
devletleri oluşturmayı hedefleyen ABD’nin birdenbire Türkiye’nin hamiliğine soyunması
gerçekten dikkat çekicidir. ABD, 2001 yılında Ortadoğu’yu “Oded Yinon Planı” dahilinde
yeniden dizayn edebilmek amacıyla 30 yıldan fazla bir süredir ABD vatandaşı olan ‘Kadiri’
adında Suriye asıllı bir vatandaşını Suriye’ye göndererek orada Suriye Reformist Partisi’ni
kurdurdu. Kadiri, Suriye’de yapay bir parti oluşturduğu için başarılı olamadı. Bu sefer de ‘Arap
Baharı’ adı altında Suriye’nin iç dinamiklerini ayağa kaldırdılar. Atılan tüm bu adımlar
neticesinde Suriye şu anda 3 bölgeli 3 devletli bir bölünme aşamasına getirilmiş vaziyettedir.”
D-8 oluşumunu hatırlatan Doğan Bekin, şöyle devam etti:
D-8 İşlevsel Hale Getirilmeli
“Bölgede yaşanan gelişmeler bize bir kez daha kendi ayaklarımız üzerinde durma gerekliliğini
göstermiştir. Bize ne Amerika’dan ne de Rusya’dan bir fayda gelmeyeceğini hepimiz iyi
biliyoruz. Dolayısıyla Rahmetli Erbakan hocamız döneminde imzalanan D-8 Antlaşması’nın bir
an önce işlevsel bir hale getirilmesi gerekmektedir. Böylece bölgede sorun yaşandığı zaman
küresel güçler değil, D-8 üyesi ülkelerin söz hakkı olacaktır. Hükümetimizin bu gerekliliği de göz
önünde bulundurması gerekir. ABD ve Rusya başta olmak üzere Batı, Türkiye’yi savaşa
sürükleyip zayıflatma politikası uygulamayı amaçlıyor. Bu konuda uyanık olmamız gerekir.
Çünkü Erbakan hocamızın da ortaya koyduğu gibi eğer Türkiye ve İran gibi ülkeler gerekli
önlemleri almazsa Suriye ve Irak’tan sonra sıra İran ve Türkiye’ye gelecek. Bu oyunları
bozabilecek kapasite ve gücümüz var. Yeter ki vakit geçmeden diğer ülkelerle İslam barışını
yeniden ortaya koyalım ve küresel güçlerin ortaya koymak istedikleri “Oded Yinon Planı’nı”
bertaraf edelim.”
 
TÜRKİYE SİYASETİNDE Prof.Dr. NECMETTİN ERBAKAN (DR. IŞIL ARPACI)
 
Laik sistem içerisinde İslami siyaset yaparak, Türk siyasetinin en çarpıcı paradigmasını oluşturan
Necmettin Erbakan’ın siyasal yaşamı dört ana dönem içerisinde incelenebilir. İlk dönem, Necmettin 
Erbakan’ın bağımsızlar hareketi ile siyasal alanda görünürlük kazandığı 1969 yılından başlayıp MNP’nin
kapatılmasına kadar süren birinci dönemdir. İkinci dönem; MSP dönemini içine alarak 12 Eylül’e kadar
süren dönemdir. Üçüncü dönem Necmettin Erbakan’ın, 12 Eylül sonrasından diğer liderlerle birlikte
siyasal yasağının kalktığı 1987 yılından başlayıp RP iktidarını kapsayan ve 28 Şubat 1997’ye kadar süren
dönemdir. Dördüncü ve son dönem ise Necmettin Erbakan’ın 2003 yılındaki kısa istisna dışında 2011
yılında vefat etmesine kadar uzanan dönemdir. Birinci döneminin en önemli karakteristiği; Necmettin
Erbakan’ın siyasi söylemlerinin görece sertliği ve laiklik ile sermaye dağılımı üzerine biçimlenen eleştirel
niteliğidir. 2.dönemi ise Necmettin Erbakan’ın üç kez iktidar olduğu bir dönemi kapsamaktadır ve en
belirgin özelliği Necmettin Erbakan’ın düşüncelerini ilk kez Millî Görüş adı altında dile getirmeye
başlamasıdır. 3 döneminin en çarpıcı değişim ya da gelişimi, Necmettin Erbakan tarafından Millî
Görüş’ün sistematik hale getirilmesi ve Millî Görüş’ün kuracağı yeni dünyanın adı olarak Adil Düzen
projesinin kamuoyuna sunulmasıdır. 4 dönemi ise Millî Görüş’ün; kendine ait kavramları ve kurumları
olan, İslami zemine oturtulmuş, mücadele alanı Batıl ve onun temsilcisi ırkçı emperyalizm olarak
tanımlanan, ırkçı emperyalizmin kurduğu düzene eleştiri getiren ve bu eleştiri doğrultusunda sistem
önerisi oluşturan bir ideoloji durumuna gelmesiyle biçimlenmiştir. Dönemin en dikkat çekici söylemi ise
ayağımızın altından toprak kayıyor ifadesiyle, mevcut sisteme yöneltilen eleştiri olmuştur.
Siyasal örgüsünü, “Müslüman Hakk’ın hâkimiyeti için motor, şerrin yok olması için fren olma görevlisidir”
mottosu üzerine inşa eden Erbakan’ın siyasal kuramı, Hak- Batıl mücadelesi ve millilik olmak üzere iki
ana aksiyomdan oluşur.
Necmettin Erbakan’a göre; insanlık tarihi bir bakıma Hak ve Kuvvet merkezli anlayışlar arasındaki
mücadele tarihidir. İnsanlık tarihinde doğru hak anlayışının egemen olduğu dönemlerde barış hâkim
olmuş, yanlış hak anlayışının hâkim olduğu dönemlerde ise insanlara zulmedilmiş; savaşlar ve çatışmalar
devam etmiştir. Bu nedenle doğru hak anlayışının olduğu dönemlere “hakkın üstün olduğu dönemler”,
yanlış hak anlayışının hâkim olduğu dönemlere ise “kuvveti üstün tutan zihniyetlerin hâkim olduğu
dönemler” denilmektedir. Hak-Batıl mücadelesi kapsamında günümüzün kuvveti üstün tutan zihniyetinin
temeli siyasal Siyonizme dayanmaktadır. Siyonizm ya da Erbakan’ın daha yeni kavramsallaştırması ile
ırkçı emperyalizm tarafından yapılandırılan günümüzün Batıl düzeni, son olarak İslamiyet ile inşa edilen
Hakka dayalı sistemi yok etmek istemektedir. Zira İslam, temelde hakkı üstün tutan bir din olduğundan,
sömürüye müsaade etmediğinden ve herkesin hakkının kendisine verilmesini istediğinden emperyalizm
ve Siyonizm, Müslümanlığı kendisine engel kabul etmektedir (Erbakan, 1991a, 181). Hak-Batıl
mücadelesi kapsamında Erbakan’ın başvurduğu en önemli araç ise cihad olarak değerlendirilebilir.
Necmettin Erbakan’a (2010) göre de cihad, “(…) bütün insanların saadeti için yeryüzünde Hakkın hâkim
olması için bir disiplinli topluluk halinde bütün gücüyle çalışmak demektir.
Bunu yapmak aynen namaz kılmak gibi bir Müslüman için bir vecibedir”. “Namaz dinin direği cihad ise
zirvesidir. Biz siyaset değil cihad yapıyoruz.” (www.ntvmsnbc.com, 2011) sözleriyle, siyaseti
araçsallaştırarak cihadın özü olarak sunan Necmettin Erbakan’ın cihad savunusu, VII. yy cihadının
öğretici, teşvik edici, daha yüksek dindarlığa ulaşmak için bireysel yükümlülük tanımlayıcı ve cihadı
kolektif İslami yükümlülük olarak gören niteliklerini barındırır.
Necmettin Erbakan’ın ikinci aksiyomu olan milliliği; birbiriyle bağlantılı iki boyutta anlamlandırmak
mümkündür. İlk olarak; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Ortak Para Birimi, İslam Ortak
Kültür Birliği, İslam Savunma Gücü ve İslam Birliği kurulması Necmettin Erbakan’ın İslami terminoloji
bağlamındaki millet kavramına güçlü bir vurgu içerir. Necmettin Erbakan’ın bu anlamdaki millilik anlayışı,
en açık biçimde tarihi bir övünç kaynağı kabul ederek kitlelere özgüven aşılama yaklaşımında kendini
gösterir. Necmettin Erbakan’ın Arap, Fars, Türk gibi etnik bir ayrıştırma yapmaksızın dünya tarihi içinde
Müslümanlara ayırdığı bu ayrıcalıklı yer, açık biçimde İslami millet kavramına yüklediği anlamı ortaya
koyar. Bununla birlikte; Necmettin Erbakan’ın millilik kavramını özgünleştiren, “İslam milleti” içerisinde
Türkiye’ye yaptığı özel vurgudur. Genel olarak değerlendirildiğinde; Necmettin Erbakan’ın milliliğe
yüklediği anlam, ilk olarak Müslümanların tümüne ait İslam dini ve kültürünü, ikinci olarak da dini açıdan
Müslümanlığı, tarihsel olarak da Selçuklu ve Osmanlı mirasının bileşimini içerir ve Necmettin Erbakan’ın
milli ve millilik kavramlarının özgünlüğü de bu noktada ortaya çıkar. Zira Erbakan’ın milliliği, açık biçimde
Türkiye’nin liderliği, bağımsızlığı ve yerliciliği üzerine kurulur.
Türk Siyasal yaşamında Necmettin Erbakan’ın gerçekleştirdiği değişim alanları; altı ana başlıkta
toplanabilir. İlk olarak Erbakan’ın devlet felsefesinde oluşturduğu katkı bağlamında; laiklik anlayışının
yeniden sorgulanmasını sağlamış, siyasal yapılanmayı yeniden tartışmaya açmış, terör sorununa
yaklaşımı biçimine yeni bir açılım sağlamış, garson devlet ve şahsiyetli dış politika yaklaşımlarını
gündeme almıştır. Siyasal alanda; İslam referanslı bir ideoloji ve teşkilat oluşturarak onu iktidara
taşıyabilmiş ve devamlılığını sağlayabilmiş, devlet yönetimine alınmış dini yaşamı özgürleştirerek siyasal
alana aktarmış, İslami yaşam ve siyaset biçimini görünür kılmış ve son olarak İslami kesimlerin devlet ve
iktidara bakışını değiştirmiştir. Dış politika alanında; Şahsiyetli Dış Politika yaklaşımını geliştirmiş, Osmanlı
Devletinin mirasına sahip çıkmış, adaletsizlik ve sömürüye karşı durmuş, Türkiye’yi lider ülke yapma ve
İslam Birliği hedeflerini benimsemiş, Türkiye ve İslam dünyasının çıkarlarını merkeze almış ve dış
politikayı manevi değerlere dayandırmıştır. Beşinci olarak Erbakan evrensel sistemi yeni; ırkçı
emperyalizm ve demokratur kavramlarıyla yeniden sorgulamaya açmıştır.
 
EVSİZLER VE SOKAKTA YAŞAYAN İNSANLAR
 
Türkiye’de de bir sorun olarak karşımıza çıkan evsizlik sorunu büyük oranda, göç alan Ankara,
İzmir ve İstanbul gibi metropol şehirlerde görülmektedir.
Temelde “evi veya ikametgâhı olmayan” bireyleri tanımlamak için kullanılmasına karşın evsiz
kavramının tek bir tanımlamaya sığdırılması mümkün değildir. Evsizlik, bu anlamda birçok
çeşide ulaşmıştır.
Evsizlik sorununun sebeplerinin oluşmasında Sosyal Adaletin ve Toplumsal Dengenin
sağlanamaması en önemli etkendir. Yırtıcı hayvanların aç kalmamaları için dahi vakıf kurup kış
günü onlara karnını doyuracak et bıraktıran bir toplumdan evsiz olanların gün gün çoğaldığı bir
toplum olduk.
Ayrıca araştırmalar gösteriyor ki evsiz bireyler arasında uyuşturucu kullanımı, madde bağımlılığı
ve akıl sağlığı bozukluğu oranının yüksektir. Akıl sağlığı sorunları, uyuşturucu ve alkol
bağımlılığı evsizliğin hem nedeni hem de sonucu olarak görülüyor.
1997-2006 yılları arasında Ankara’da ölen 127 evsiz bedeni üzerinde yapılan otopsi sonuçlarını
inceleyen araştırmalarda, otopsi sonuçlarının ölümlerin %55,11’inin doğal olmayan nedenlere
bağlı gerçekleştiğini ve bedenlerin %67,71’inin genel vücut hijyenin bozuk olduğunu ortaya
koyduğu görülmektedir.
Evsizlik sorununun akıl sağlığındaki sorunlar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi bireye özgü
nedenlere dayalı olarak ortaya çıkmakla beraber ekonomik sıkıntılar, kronik işsizlik, kentsel
yoksulluk, göç ve dışlanma gibi bireyin dışında gelişen yapısal ve makro boyuttaki sorunların
neticesinde de ortaya çıktığı da biliniyor.
Ülkemizde evsizlik sorununun tamamına yakını ülkenin batı kesiminde olan ve yoğun olarak göç
alan yüksek kentleşme olan İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa şehirlerinde bulunmaktadır.
Evsizlik sorunu, 1980 sonrası vahşi kapitalist ekonomi politikalarına ve 1990’lı yıllarda yine
Siyonizm’in “Büyük İsrail” projesi için oluşturulan terör sorununa dayalı olarak büyük bir hız
kazanan köyden kente göçlere bağlı olarak artış göstermiştir. Köyden kente göçler sebebiyle
kentsel yoksulluk derinleşmiş, çarpık kentleşme, konut problemi, kronik işsizlik, gelir
yetersizliği, sosyal güvenceden yararlanamama evsiz sorununun artışında belirleyici olmuştur.
Sonuç ve Öneriler
Ecdadımız hakim olduğu toprakları asırlar boyunca adil bir sosyal ve ekonomik düzenle
yönetmiştir. Aynı çizgide yürüyen Milli Görüş de siyasal hayatta var olduğu günden beri tüm
insanlığın Refahı ve huzuru için Hakkı üstün tutan bir medeniyet tasavvuru sunmuştur.
Paylaşımda adaleti, gelir ve servet dağılımında adaleti savunmuştur.
Erbakan Hocamız Başbakan olduğu zaman ilk hizmeti, aç ve açıkta hiçbir insan kalmayacak
şeklindeki talimatını içeren genelgesi olmuştur. Bu sayede Fakir Fukara Fonu, amacına uygun
kullanılmıştır. Bu fon sayesinde binlerce insana yardım edilmiş ve gelecekte kurulacak olan
yardım kuruluşlarının temelini oluşturmuştur.
Yine aynı dönemde Merhum Erbakan Hocamız Milli Görüş zihniyetiyle “Önce Millet” diyerek,
işçi-memur-emeklinin ve aynı zamanda çiftçi-köylünün gelirlerini rekor seviyede artırmış ve
böylelikle geniş halk kesimlerinin refah seviyesini artırarak bütün bir ekonomik hayatı
canlandırmıştır.
Sosyal Adaletin ve Toplumsal Dengenin sağlanması, Maddi ve manevi kalkınmanın
gerçekleştirilmesi ve Adil bir gelir dağılımının oluşturulması tüm insanlığın doğrudan talep ettiği
haklardır. Bu doğuştan gelen haklar ancak Hakkı üstün tutan bir anlayış ile yani Milli Görüş ile
gerçekleştirilebilir. Bu gerçeğin en önemli delili 54 Hükümet’te gerçekleştirilen Milli Görüş
uygulamalarıdır.