SİYASİ İŞLER BAŞKANLIĞI HAFTALIK RAPORU - 10 - 19.03.2020

Herşeyden önce tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de etkisini gösteren Coronavirüs salgını nedeniyle vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, kederli ailesine ve yakınlarına da başsağlığı diliyoruz.  Ülkemizde ve dünyada Coronavirüs sebebiyle hastalanan tüm hastalara acil şifalar diliyoruz.

Cenabı Allah  milletimizi ve tüm insanlığı bu felaketten bir an evvel kurtarsın inşallah.

Türkiye’de başta  Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı olmak üzere,  tüm devlet kurumları başından itibaren süreci titizlikle takip ediyorlar ve gerekli tedbirleri alıyorlar.

Bu nedenle özellikle Sağlık Bakanlığımızı, toplum sağlığı konusundaki hassasiyetinden ve soğukkanlı ancak tedbirli yaklaşımından dolayı tebrik ediyoruz. Sağlık Bakanlığımıza ve tüm sağlık personelimize bu çok önemli mücadelede Cenabı Allah’dan yardım diliyoruz.

 

Bununla birlikte tüm dünyada bu virüsten etkilenen ülkelerde çalışma iki koldan yürütülüyor, iki alanda tedbirler alınıyor;

1)    İnsan hayatının kurtarılması, toplum sağlığının korunması

2)    Hayatta kalan geniş halk kesiminin bu krizin ekonomik sonuçlarından olumsuz şekilde etkilenmemesi için alınan tedbirler

Her iki alandaki tedbirler de öncelikle devletler tarafından alınıyor. Devletler hem vatandaşının sağlığını korumak, hem de  sağlık tedbirleri nedeniyle ortaya çıkan sonuçlar sebebiyle halkın ekonomik açıdan mağdur olmaması için mücadele veriyor.

Bizim ülkemizde “Coronavirüs krizi” zaten uzun zamandır piyasaları, toplumu en ağır şekilde etkileyen “Ekonomik Kriz”in üstüne gelmiş durumdadır. 

Konkordatoların, karşılıksız çeklerin, icra-iflas dsoyalarının tavan yaptığı, diplomalı işsizler ordumuzun 1,3 milyon kişiyle silahlı kuvvetler ordumuzun neredeyse 3 misline çıktığı ülkemizde bir de bunların üstüne Coronavirüs kriziyle karşı karşıya kaldık.

Dolayısıyla şu anda bizim durumumuz diğer pekçok ülkeden daha da sıkıntılıdır.

Bu nedenle Türkiye’de Hükümet’in toplum sağlığı  alanındaki etkili ve titiz mücadelesinin yanında, virüsün yol açtığı kriz sebebiyle ekonomik sıkıntısı daha da artan  vatandaşlarımıza, çalışan kesime ve işverenlerimize de çok güçlü “Ekonomik Destek Paketleri” ile en etkili şekilde destek olması da çok önemli bir zarurettir.

Ancak Hükümet tarafından hazırlanan ve toplam hacmi ‘16 milyar $’ seviyesinde olan  “Ekonomik Destek Paketi” maalesef ki,  son derece bunalmış durumda olan ülkemizde beklentileri karşılamaktan çok uzak kalmıştır …  Ülke olarak yaşadığımız ekonomik kayıpların ve sıkıntının yanında açıklanan bu paket adeta “devede kulak” mertebesinde  kalmıştır …

Açıklanan destek paketi,  83 milyon nüfusa sahip ülkemiz için bir başlangıç paketi, bir ilk adım paketi olabilir ama, nüfusumuza ve ekonomik anlamda içinde bulunduğumuz şartlara bakıldığında, çok eksik bir destektir. 

ABD Başkanı Trump, tam “1 Trilyon $’lık devlet desteğinde bulunulacağını açıklarken, vatandaş başına 1000 $ devlet desteği verileceğini  ifade  ederken,

Almanya Hükümeti, “550 milyar euro” hacminde destek paketi açıklarken,

Konya kadar büyüklüğü olan, 17 milyon nüfuslu Hollanda’da Hükümet “100 milyar euro”luk destekte bulunacağını ilan ederken,

Hollanda’nın toprak olarak 20 katı büyüklüğünde, nüfus olarak da 5 katı büyüklüğünde olan ülkemizde  Hükümet’in açıkladığı “16 milyar $”lık destek paketi, oluşan beklentinin ve felaketin boyutlarının çok altında kalmış durumdadır.

Türkiye’de  turizm sektörünün  geçen sezon elde ettiği gelirin “35 milyar $” seviyesinde  olduğunu  göz önünde bulundurursak, Hükümetin açıkladığı bu destek paketinin sadece turizm sektörünün bile kayıplarını karşılamaya yetmeyeceğini açıkça görmüş oluruz.

Uzun lafın kısası bu açıklanan paket ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır.

Bu sebeple, Yeniden Refah Partisi olarak;

Hükümet’in açıkladığı bu ekonomik destek paketinin tekrar gözden geçirilip, revize edilmesi veya ilave paketler açıklanması gerektiğini, ve böylelikle vatandaşlarımıza, çalışan kesime ve işverenlerimize en azından “100 milyar $” hacminde bir desteğin sağlanması gerektiğini ifade ediyoruz.

Devletimiz bu şekilde “Gerçek Destek” adımlarını  atarsa, virüs krizinin ülkemiz üzerindeki olumsuz etkileriyle çok daha etkili bir mücadele yapılmış olur.

 

SAYIN CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN ; CONSTANTINOPLE VE AYASOFYA VURGUSU

Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde Cuma namazını eda etmekte olan 49 Müslümanı hunharca öldüren Tarrant’ın manifestosunda İstanbul yerine ‘Constantinople’ ifadesini kullanması ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesi konusundaki ifadeleri üzerine Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Constantinople” vurgusu yaparak; “bu can bu tende olduğu müddetçe asla böyle bir şeye müsaade etmeyeceğim” ifadesi ve dil sürçmesi ile “Ayasofya’nın açılmasına da asla müsaade etmeyeceğiz” ifadesi dikkat çekici olmuştur.
Sayın Erdoğan, “Constantinople” vurgusu yaparken göz ardı ettiği en önemli bir konuya değinmeden geçemeyeceğiz. Aslında Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Constantinople konusunda fazla uzağa gitmesine hiç gerek yok düşüncesindeyiz. Çünkü Fener Rum Patriği Bartholomeos’un resmi yazışmaları için kullandığı terminolojiye dönüp bakması kifayetli olsa gerek.

Bartholomeos’un yazışmalarda “İstanbul” yerine “Constantinople” adını kullanması ve daha da önemlisi Türkiye tarafından “Ekümenlik” kavramı hiçbir şekilde kabul görmemesine rağmen, yazışmalarında kendisini Rum Ortodoks Ekümen Patriği olarak görmesi ne ile izah edilebilir?
Keza, Lozan Anlaşması’nda Fener Rum Kilisesi’nin yetkisi belirlenmiş olmasına ve 1923 yılında Afyonkarahisar Milletvekili İzzet Ulvi Aykut’un girişimleri sonucunda Rum Patrikhanesi’nin kaza-i idari şahsiyet ve imtiyazları lağvedildiğinden patriklere sadece ‘başrahip’ unvanı verilmesini teklif etmiş, konuyla ilgili yazıyı da Adalet Nezareti’ne yollayarak Rum patriğinin sadece ‘başrahip’ unvanını kullanabileceğini tescil etmiş oldu.

Buna rağmen, Bartholomeos’un unvanı ”Rum Patriği”şeklinde kullanılmaktadır. Lozan Barış Anlaşması’na rağmen, Bartholomeos, yetkisini aşarak bir bakıma kendisini ekümenlik sıfatında görerek, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Rus Ortodoks Kilisesi’nden bağımsızlık talebini kabul etti.
Sayın Erdoğan, “bu can bu tende olduğu müddetçe” ifadesini kullanarak seçim mitinginde kararlılık ifadesi ortaya koymaya çalışırken, diğer taraftan Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması hususunda hiçbir adım atmazken ve geçmişte “önce Sultanahmet Camisi cemaatle dolsun, sonra Ayasofya’nın açılışını düşünürüz “ şeklinde ifadeler kullanırken,  Bartolomeos’un ise, Lozan anlaşmasının hükümlerine rağmen, kendisine evrensellik atfederek Ukrayna Ortodoks Kilisesi için “otosefal statüsü” kararı alması ve bunun karşısında Hükümet’in hiçbir tepki ortaya koymaması dikkatlerden kaçmamıştır.

Nitekim Bartolomeos ile anlaşma imzalayan Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko’nun anlaşma sonrası yaptığı açıklamada, Bartolomeos’tan “Ekümenik Patrik” olarak söz etmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. 

 

      DÜŞÜNCE GELENEĞİMİZİN DÜNYA GÖRÜŞÜ:

     “FARKLILIKTA BİRLİĞİN FİKRİ TEMELLERİ”

       Prof.Dr. Arif ERSOY*    

Her insanın inancı ve değerler ölçüleri düşüncesini etkiler. Düşüncesi ise davranış ve eylemlerini biçimlendirir. İnsan çevresindeki hadiseleri kendi düşünce ve değer ölçülerine göre değerlendirir. Düşünme yeteneğine sahip olan insan, aklını kullanarak eşyanın mahiyeti hakkında bilgi edinir, ölçer, tartar ve sayılarla ifade eder. Sahip olduğu bilgisini kullanarak doğal ve sosyal çevresinden etkiler ve etkilenir. Yeteneklerini kullanarak eşyayı şekillendirir. Düşündüklerini konuşmasıyla diğer insanlarla paylaşır. Konuşma ve tartışma ile görüşlerinin eksikliklerini gidermeye ve doğrulama gayret eder.

İnsan, inancı ile iyi ve güzel kabul ettiği, düşüncesiyle hakkında bilgi edindiği ve konuşmasıyla diğer insanlarla tartışarak doğruladığı bilgisini uygulamakla eyleme dönüştürür ise, netice elde edebilir. İyi ve güzel olduğuna inandığımız, düşüncemizle doğruluğunu ispatladığımız ve diğer insanlarla tartıştışarek doğruluğu ortaya konan husus, eyleme dönüştürülmeye çalışılır. İnandığımız ve doruluğunu kabul ettiğimiz hususun uygulanması için kurumsal yapının da elverişli olması gerekir. Kurumsal yapı, fikirlerin uygulanması için eşyayı üretimle yararlı hale getirecek üretim tezgâhı gibidir. Bozuk tezgah ile iyi ve kaliteli mal üretilmediği gibi bozuk kurumsal yapı ile de iyi ve güzelliğine inanılan, araştırma ve tartışmalarla doğruluğu ispatlanan fikirlerin uygulayarak hayata geçirilmesi mümkün değildir.

Başarılı ve erdemli insan, inandığı gibi düşünen, düşündüğü gibi konuşan ve konuştuğu gibi hayatını tanzim eden insandır. İnandığı gibi düşünmeyen, düşündüğü gibi konuşmayan ve konuştuğu gibi yaşamayan insanın çelişki ve tutarsızlıklardan kurtulması mümkün olmayacağı gibi başarılı, güvenilir ve mutlu bir insan olası da güçtür. Peygamberler, tarihin akışını değiştiren, örnek ve rehber insan olmaları, inandıkları gibi düşünmeleri, düşündükleri gibi konuşmaları ve konuştukları gibi yaşamalarından kaynaklanmaktadır. 

Müslüman olduktan sonra milletimizin ortak dünya görüşü ve değer ölçüleri, İslam Dininin temel ilkelerinin etkisi altında oluştu. Milletimiz sahip olduğu ortak dünya görüşü ve değer ölçüleri ile İslam medeniyetinin gelişmesine önemli katkılarda bulundu. Medine Site Devletini örnek alan Osmanlı Devleti, geniş bir coğrafyada farklı din, kültür ve geleneğe sahip olan değişik dilleri konuşan toplulukları yüzyıllar boyunca bir arada birlik ve barış içinde yaşamasına ortamı hazırladı. Dünya tarihinde “farklılıkta birlik” ilkesini uygulamada örnek oldu. Yüzyıllar boyu bu coğrafyada “farklılıkta birlik” ilkesini uygulayarak farklı inanç, din, dil, gelenek ve kültüre sahip olan Osmanlı cografyasının barış ve huzur diyarı olmasını sağladı.

Bugün düşünce geleneğimizin dayandığı dünya görüşü ve değer ölçülerini göz önünde bulundurarak medeniyetimizin ortak paydalarından hareketle kültür ve gönül coğrafyamızda farklılıkta birlik içinde yaşamayı sağlayacak yeni bir kültür ve gelenekler geliştirebilir. Kitleler arasında yardımlaşma ve dayanışma bilinci geliştirilebilir. Ortak coğrafyamızda yeniden barış ve istikrar sağlanabilir. Bunun için coğrafyamızın ortak tarihi müktesebatı, ortak değer ve düşünce geleneğimizin temel ilkelerine göre yeni stratejiler ve politikalar geliştirilmeli ve uygulanmaya çalışılmalı. Mevcut kurumsal yapılar gözden geçirilmeli, gerekirse yeni kurum ve kuruluşlar kurulmalı. Bu amacın gerçekleşmesi için mevcut ilmi birikimiz ile geçmiş müktesebatımızı birleştirerek karşılaşılan sorunlara yeni çözümler üretilmeye gayret edilmeli; yeni yol ve yöntemler geliştirilmeli.          

Her insanın düşüncesini, sahip olduğu inancı ve değer ölçüleri etkiler. Düşüncesini konuşmasıyla ifade eder. Fikrini, diğer insanlarla paylaşır, tartışır ve uygulama yollarını araştırır. İnsan iyi ve güzel olduğuna inadığı bir hususu, düşüncesiyle doğru olup olmadığını araştırır.  İlmi yöntem ve deliller ile doğruluğu ispat edilen husus, diğer insanlarla tartışılarak hatalı ve isabetli yönleri ortaya konduktan sonra uygulamaya çalışılır.

İnsan çevresindeki hadiseleri kendi düşünce ve değer ölçülerine göre değerlendirir. Düşünme yeteneğine sahip olan insan, aklını ve muhakeme gücünü kullanarak eşyanın mahiyeti hakkında bilgi edinir, ölçer, tartar, gözlem ve deneyleriyle elde ettiği verileri tahlil eder. Sahip olduğu bilgisini kullanarak doğal ve sosyal çevresinden etkilenir ve etkiler. Yeteneklerini kullanarak eşyayı şekillendirir. İnancı ile iyi ve güzel kabul ettiği, düşüncesiyle hakkında bilgi edindiği ve konuşmasıyla diğer insanlarla tartışarak doğruladığı bilgisini uygulamakla eyleme dönüştürür. Karşılaştığı sorunları diğer insanlar ile işbirliği yaparak çözer ve sahip olduğu imkanlarını verimli kullanır. Başarılı ve erdemli insan, inandığı gibi düşünen, düşündüğü konuşan ve konuştuğu gibi hayatını tanzim eden insandır. İnandığı gibi düşünmeyen insan iki yüzlü bir kişiliğe sahip olur. Düşündüğü gibi konuşmayan insan kolayca yalan söyleyebilir. Konuştuğu gibi hayatını tanzim etmeyen insan ise, diğer insanların güvenini kazanamaz. İki yüzlülük, yalancılık, söylemi ile eylem farklılığı insanı çelişkiye sevk eder. İnancı ile düşüncesi, düşüncesiyle söylemi ve söylemi ile eylemi arasında bütünlük bulunmayan insan başarılı, güvenilir ve mutlu olamaz.

Toplumların ortak inancı, ortak dünya görüşlerini ve değer ölçülerini belirler. Aynı dunya görüşü ve değer ölçülerine sahip olan toplumların ortak paydaları zamanla artar. Fertler arasında ortak paydaların artması, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma bilincini geliştirir. Toplumların ortak dünya görüşü ve değer ölçülerine göre geliştirilen sosyal kurumlar ile toplumun katmanları arasında çatışmadan çok bütünleşme söz konusudur. Sosyal kurumlarıyla bütünleşme imkanına sahip olan toplumlar, beşerî ve doğal kaynaklarını daha verimli kullanırlar. Karşılaştıkları dahili ve harici tehlikeleri birleşerek atlatırlar. Böyle toplumlarda sosyal gelişme ve değişme daha hızlı olur. İnsanlık tarihinde bu niteliklere sahip olan toplumlar yeni medeniyetler kurmuşlar ve örnek toplumlar olmuşlardır.

Müslüman olduktan sonra milletimizin inancı, ortak dünya görüşü ve değer ölçüleri İslam Dinin esaslarına göre şekillenmiştir. Milletimizin düşüncesi, gelenek ve kültürümüzü biçimlendirmiştir. Orta Asya ve Anadolu’da kurulan ilmi müesseselerde yetişen alimler, İslami ölçülere göre iyi ve güzel kabul edilen hususların bütün yönlerini ilmen incelediler. Bu çalışmaların oluşturduğu ilmimük- tesebat, milletimizin düşünce geleneğini, adet ve kültürünün gelişmesine ortam hazırladı.

Tevhid ve adalet eksenli milletimizin dünya görüşü ve değer ölçülerine göre kurulan dini-ahlaki ve sanatsal müesseseleri bulunduğumuz coğrafyada toplulukların değişik katmanları arasında birlik ve dayanışmayı güçlendirdi. Orta Asya’dan Batıya güç edenler, Büyük Selçulu Devletinde önemli mevkilere getirildiler. Eğitim, ilim, siyaset ve iktisadi alanlarda başarılı oldular. Dönemin ilim ve irfan müesseselerinde Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlâna ve Hacı Bektaşi veli gibi manevi önderler ve eğtimciler yetişti. Bu alim ve eğitimciler, Nizam-ul Mülk ve Gazi Alpaslan gibi komutanları yetiştirdiler. Bu rehberlerin önderliğinde Anadolu Selçuklu devleti kuruldu. Bu devlet, kısa bir zamanda Anadolu’yu ilim merkezler olan medreseler ve ahlaki eğitim müesseseleri olan tasavvufi dergahlarla donattı. Milletimiz, kendi ortak inancı ve değer ölçülerinin biçimlendirdiği düşünce geleneğiyle coğrafyamızda farklı ırk, dil, din ve geleneklere sahip 36 topluluğun bir arada barış içinde asırlarca yaşadığı tarihin en büyük ve en adil devletlerinden biri olan Osmanlı devletini kurdu. Bu devletin sınırları içinde yaşayan diğer din mensupları kendi yaşayışlarını kendileri belirlediği gibi kendi inançlarını serbestçe yaşadılar2. Bu devlet, Medine Site Devletini örnek alarak bu topraklarda “farklılıkta birlik” ilkesini uygulayarak daha önce dünyanın en istikrarsız bölgesi olan coğrafyamızda beş asır boyunca kimseyi ötekileştirmeden barış, dayanışma ve istikrar sağladı.

Bugün baştan başa İslam coğrafyası, özellikle Orta Doğu ve Balkanlar, harici güçlerin ayrıştırıcı, çatışmacı ve sömürgeci anlayış ve politikaları ile istikrarsızlaştırılmakta, hile ve yapay yöntemlerle sömürülmektedir. Coğrafyamızda barış ve huzuru sağlamak ve dünya barışına katkıda bulunmak için düşünce geleneğimizin dayandığı dünya görüşü ve değer ölçülerini göz önünde bulundurarak medeniyetimizin ortak paydalarından hareketle coğrafyamızı farklılıkta birlik içinde yaşayan örnek bir istikrar havzasına dönüştürülmesi mümkündür. Bunun için düşünce geleneğimizin temel ilkelerinden hareketle dayanışmacı yeni bir iktisadi, siyasi ve sosyal kurumsal yapıyı inşa edilebilir. Bu hedefe ulaşmak için ülkemizi ve coğrafyamızdaki ülkelerin sahip olduğu tarihi müktesebat ve mevcut ortak ilmi birikimsizden yararlanarak yeni çare ve çözümler üretebiliriz. Engin tarihi müktesebata sahip olan düşünce geleneğimizin temel ilkelerine dayanarak coğrafyamızda ortak yardımlaşma ve dayanışma bilinci geliştirebilir. Tekrar farklılıkları birlikte barış içinde yaşamaya dönüştürülebiliniz.

Hak ve adalet eksenli medeniyetimizin dayandığı dünya görüşü ve değer ölçülerimizin biçimlendirdiği düşünce geleneğimizin “farklılıkta birlik” ilkelerine göre geliştirilecek strateji ve politikaların uygulanması ile hem ülkemizde hem de coğrafyamızda iktisadi ve siyasi istikrar sağlanabilir ve sürdürülebilir kılınabilir.